O gün Tekirdağ’ın eski bir köyünde, gözlerimizle taş duvarların, ahşap kapıların ve sararmış otların arasında bir hikâye arıyorduk. Fotoğraf Atolyesi’nin organize ettiği bir fotoğraf gezisindeydik.
Sıvaları dökülmüş, köhne, tek katlı bir evin yanından geçerken, evin penceresinde aniden bir yüz belirmişti ve o yüz bize koca bir kitabın kapağını aralıyormuşuz gibi gelmişti.
Ya her zamanki gibi sokağı seyretmek ya da sokaktaki hareketliliği merak ettiği için çıkmıştı pencereye. Başındaki yeşil örgü şapka, yüzündeki yorgun çizgiler, gözlerindeki anlamsız bir durgunluk, kırlaşmış sakalı ve saçları ile sessiz bir roman gibi karşımızda duruyor gibiydi. Biz kameralarımıza uzanırken, o doğal halini korumaya devam ediyordu. Sanki bir şeyi hatırlamaya çalışır gibiydi. Ya da maziyi yad ediyordu.
Her birkaç saniyede bir bakışları değişiyordu. Bir an gökyüzüne çevirdi gözlerini, belkide orada asılı kalmış bir hatırayı arıyordu. Sonra uzaktaki bir noktaya çevirdi bakışlarını, yüzünde belli belirsiz bir huzurla. Biz onun bu bakışlarını fotoğraf karelerine hapsetmeye çalışırken, o hâlâ sessizce birşeyleri izliyordu.
Bir ara kameramın vizörünü ona odakladım ve deklanşöre dokundum. Gördüğünüz fotoğraf karesi oluştu.
Şimdi bu fotoğrafa baktığımda, insanların kelimelerle değil, duruşları ve bakışlarıyla hikâyelerini anlattıklarını düşünüyorum. İyiki de o an orada bulunmuş, zamana, mekana ve insana tanıklık etmişim.
İyi seyirler